BİR GEZEGENİN HİKAYESİ
- Astralina
- 9 Ara 2020
- 13 dakikada okunur

Orijinal dilden Türkçeye çeviren: Alina Timurlenk
Gece gökyüzünde parıldayan yıldızlardan hiçbiri Venüs gezegeninin ışıltısıyla yarışabilecek güçte değildir. Büyük Köpek Takımyıldızında yer alan ve İsis’in âşık olduğu Sirius dahi ona boyun eğmektedir. Venüs; tüm gezegenlerin kraliçesidir, Güneş sisteminin tacındaki incidir. Şairlere ilham veren ve yalnız çobanlara yaverlik eden bir sabah ve akşam yıldızıdır. Unutmayalım ki, yıldızlar sadece ışık saçmazlar, aynı zamanda sırları, astronomlar da dâhil olmak üzere, çoğu insan tarafından hala bilinmemesine rağmen, yol da gösterirler. Gerçekten de bu, “hem güzellik hem de gizemdir.” Ama Byron'a göre “genellikle sırrın olduğu yerde her zaman kötülük var olur.” Böylece kötü niyetle saptırılan insan hayal gücü, dünyamıza eter perdesinin arasından bakan bu parlak gözlerde bile kötülüğü fark edebildi. Demek ki, sadece bazı erkekler ve kadınlar değil, aynı zamanda tüm yıldızlar ve gezegenler de iftira ya da yanlış bilginin kurbanı olabilir. Bir kişinin veya bir grup insanın itibarının ve kaderinin, çoğu zaman başka bir kişinin veya bir grup insanın çıkarları için feda edildiği bilinmektedir. Bu adaletsiz uygulama, ne yazık ki, sadece yeraltında ve yeryüzünde değil aynı zamanda cennette de –“tanrısal seçimin” en büyük kanıtı için küçük gezegenimiz Dünya’ya(*1) kurban edildiği anlaşılan onun kız kardeşi Venüs’te- yayıldı. Venüs; Dünya'nın günahlarını ya da daha doğrusu gücünü sarsılmaz hale getirerek, kendini yüceltmek, batıl inançlı ve cahil insanlar üzerindeki iktidarını güçlendirmek için gezegenlerin en parlağını yerle bir ederek insan ırkının mülklerinden biri olan ruhban sınıfı ve temel bir amacı olan güzel bir aydınlatıcı tarafından karalanmayı üstlenen yıldızlarla dolu gökyüzünün günah keçisi Azazel (*2) rolüne büründürüldü.
Bu Orta Çağ'da oldu. Şimdilerde onu dini dogma mertebesine yükselten bilimsel ilham vericilerin bu günahı, Hristiyanlığın eşiğinde yatıyor (ancak bunu, istisnadan çok kural olarak adlandırmak mümkündür).
Aslında Güneş, Ay, doğa olayları ve tüm sayısız dünyanın içindeki olduğu gök dünya, gezegenler, onların efendileri ve şiirsel paganizmin antik tanrıları (en azından kilise babaları tarafından bilinenler) aynı kaderi paylaştı. Hepsi, elbette, aynı paganizmin temelinde ve ilk materyalinden yaratılan küçük bir teolojik sistemin tek doğru, kutsal ve ondan önceki her şey olduğunu kanıtlama arzunun rehberliğinde iftiraya uğradı ve küçük düşürüldü. Ama önceleri doğru olarak görülen tüm bu şeylerin daha sonra hatalı gerçekleşti. Bizden M.S. I. yüzyıldan sonra Güneş'in, yıldızların ve hatta havanın o ilk günahtan ve Satanist pagan unsurundan temizlendiğine ve "kurtarıldığına" inanmamız isteniyor. “Ne birbiri ardını takip eden yargıları ne de titiz araştırma çalışmalarını kabul etmeyen” bir doğaya sahip skolastlar ve skoliastlar(*3) yolunu şaşırmayan kilisenin memnuniyeti için Noel'den önce tüm evrenin Satana yönetimi altında olduğunu (Tanrı'ya karşı oldukça şüphe uyandırıcı bir iltifat) kanıtlamayı başardılar. Hristiyanlar mahkûmiyet korkusuyla buna inanmak zorunda kaldı. Daha önce hiçbir zaman hafifletilmiş safsata ve tesadüfi gerçek yüzünü, eski Satanizm ve ardından çeşitli gök cisimlerinin “kurtuluşu” durumunda olduğu kadar net bir şekilde kendini göstermemişti. Güzel ama talihsiz Venüs, sözde ilahi kanıtların savaşında yıldız çalışma arkadaşlarından çok daha fazla acı çekti.
Ancak altı gezegenin hikâyesi, Yunan- Aryan tanrılarından Sami iblislere ve sonunda “Tanrı’nın yedi gözünün ilahi sıfatına” doğru yavaş yavaş dönüşürken eğitimli insanlardan tarafından biliniyordu. Venüs-Lucifer'in hikâyesi, Roma Katolik ülkelerindeki en okuma yazma bilmeyen ailelerin bile hemen hemen hepsinde uzun zamandır bir ev efsanesi haline gelmişti.
Muhtemelen yıldız mitolojinin bu bölümüne tanıdık olmayanlar için bu hikâyeyi yeniden yazalım.
Pisagor'un eşsiz parlaklığını sol alter olarak adlandırdığı Venüs, antik teogonistlerin ilgisini çok yakından çekmeyi başaramadı. Venüs, Venüs olarak adlandırılmadan önce Hesiod öncesi mitlerde Eosphorus (veya Phaosphoros) ve Hesperus olarak yani şafağın ve alacakaranlığın çocukları olarak adlandırılıyordu. Dahası, Hesiod bu gezegeni iki ilahi varlık gibi görür. Bu varlıklar iki erkek kardeş “Eosphorus (Latince Lucifer) Sabah Yıldızı” ve “Hesper Akşam Yıldızı”dır. Onlar, Astrea ve Eos'un ayrıca Kefala ve Eos’un çocukları, yıldızlı gökyüzü ve şafaktır (Theog., 378-382; Hyginus, PoeticфnAstronomicфn, II, XLII). Preller, Decharme’dan alıntı yaparak Phaethon'u Phosphorus veya Lucifer ile özdeş olarak adlandırır (Griechische Mythologie, I, 365). Ve Hesiod'un otoritesine atıfta bulunarak Phaethon'un yukarıda belirtilen tüm tanrıların - Kefala ve Eosdâhil- oğlu olduğunu ekler.
Phaethon veya Phosphorus, “sabahın parlak gökcismi” iken hala gençti ve Afrodit (Venüs) kutsal mabedinin gece bekçisi yapmak için onu götürdü (Theog., 986-991). O, şafağın tanrıçası Aurora parlak ışığından dolayı aşık olduğu “parlak ve sabah yıldızı" idi (bkz. Rev.,XXII, 16). Tanrıça, sevgilisinin parlaklığını yavaş yavaş gölgede bırakarak sanki daha sonra cennet kapılarını koruduğu akşam ufkuna geri döndürmek için yıldızı kaçırır. Sabah erkenden Phosphorus, “okyanusun sularını terk ederek ilahi ışığa yaklaştığını herkese duyurmak için kutsanmış başını yukarı kaldırır.” (İlyada, XXIII, 226; Odyssey, XIII, 93-94; Virgil, Aeneid, VIII, 589; Decharme, Mythologie de la GreceAntique, s. 247.) Elindeki fenerle Aurora’nın arabasının önünde uzayda süzülür. Ve akşam “gökyüzünde parlayan yıldızların en güzeline, Hesperus’a dönüşür. (İlyada, XXII, 317-318). O; aşağı doğru süzülen altın zülüfleriyle muhteşem bir dahi, tüm antik düğün kasidelerinde (hem pagan Yunanlıların hem de erken dönem Hristiyanların düğün şarkılarında) adı geçen, altın elmaları ejderhayla koruyan Hesperidlerin babasıdır. Gece son bulurken gelini damadın kucağına ulaştırmak için düğün konvoyunun önüne geçiyor. (Decharme, Mythologie de la GreceAntique, s. 248.)
Şimdiye kadar gördüğümüz gibi yıldızın şiirsel kişileştirilmesi (tamamen astronomik mitlerle) ile Hristiyan teolojisinin satanizmi arasında gözle görülür bir yakınlık ve benzerlik yoktur. Aksine gezegenin (Akşam Yıldızı’nın) Hesperus adıyla tanımlanması ve “Tekvin” kitabının üçüncü bölümünde sonrakinin Yunan Cennet Bahçesi ve onu koruyan ejderha ile yakın bağlantısı yeterli hayal gücü özgürlüğüyle acı verici derecede tanıdık çağrışımlar uyandırıyor. Ancak bu, tasarlanmış teolojik bir iftira ve çarpıtma duvarı içindeki Hristiyanlığı paganizmden tamamen ayırmak için yeterli değildir.
Ama tüm bu Yunan antropoteizminden(*4), Lucifer-Eosphorus belki de yorumlanması en zor olanıdır. Romalılar için gezegen Venüs ya da Afrodit-Anadyomene-İlahi Anne, Fenikelilerin Astertesi, Yahudilerin Astarotu olan tanrıçanın köpüğüyle doğdu. Hepsi Sabah Yıldızı ile ilişkilendirildi ve Deniz Bakireleri veya Büyük Uçurum'un Mar'ı (dolayısıyla Meryem) olarak adlandırıldı. Tüm bu tabirler günümüzde Roma Kilisesi tarafından Hristiyan Bakire Meryem ile ilişkilendirilmiştir ve yine tüm bu eski tanrıçalar; ay ve hilal, ejderha ve Venüs gezegeni ile ilişkilendirilmişti. Ancak bu aynı sıfatlar artık Mesih'in annesine aittir. Eğer seyahatleri sırasında Akşam ve Sabah Yıldızı tarafından yönlendirilen Fenikeli denizciler gemilerinin burnuna Tanrıça Asterte’nin (ya da Yunan mitolojisindeki adıyla Afrodit) tasvirini koyuyorsa o zaman günümüzde hala gerçekten Meryem Ana’yı da “Denizin Bakiresi” adıyla tanımlayarak gemilerinin burunlarına yaptıranlar Katolik denizciler değil mi? Hristiyan denizcilerin koruyucusu ünlü yıldız “Stella Del Mare”de yarım ay çıktığında kendini göstermektedir ve eski pagan tanrıları gibi o da “Göğün Tanrıçası” ve hatta “Sabah Yıldızı”dır.
Bu, bir şey ifade eder ya da etmez, bırakalım okuyucu buna karar versin! Biz, Venüs yani Lucifer’ın karanlıkla ya da aydınlıkla hiçbir ortak bağının olmadığını ekleyelim. Kelimenin saf anlamı gecenin sonsuz karanlığına karşı koyan ilk ışık huzmesini kasteden “ışık taşıyandır”. Yıldız gezegeni, Venüs olarak adlandırdıklarında aynı zamanda şafağın sembolü, ahlaklı Aurora oldu. Profesör MaxMüller, denizden gelen Afrodit’in şafağın insan suretinde ortaya çıktığı ve doğadaki en güzel tablo olduğu düşüncesini herhangi bir dayanağa bağlamaksızın ortaya koyuyor. (Lectures on theScience of Language, II, s. 408-409) Yunanlar tarafından özümsenene kadar Afrodit doğanın suretiydi. Pagan dünyasının ışığı ve yaşamıydı ki Decharms’ın eserinde alıntılanan Venüs’e karşı Lucretius’un coşku dolu yaklaşımı bunu kanıtlanmıştır. Aditya- PrakṛtiLakṣmi’ye dönüşene kadar bir bütünlük içinde o, Doğa Ana olmuştur: “Rüzgârlar eser, sakin olan gökyüzü ışık dalgaları saçar, denizdeki dalgalar gülümser” bu yüce ve ışık saçan yüzün, Doğa Ana’nın önünde... (Lucretius)(*5)
Yunan tanrıçası Astarte ile özdeşleştirildiğinde (Astaroth) parlayan gezegen, bir elinde meşale, bir elinde ise haçvari bir asa tutan yüce bir kadın suretine sokulmuştur. (Lucian, De DeaSyria; Cicero, De Natura Deorum, lib. III, böl. XXIII.) Sonunda haç altında tasvir edilen Dünya gibi, bir şeytanın bile komşu arzu etmeyeceği bir sembolün –hacın- tepesindeki bir küre şeklinde gökbilimsel olarak tasvir ediliyor.
Ama bu haçlar hiçbir zaman Hristiyanlığın sembolleri olmayabilirler. Onlarda Nil’in anahtarını, İsis’in (Venüs’ün, Afrodit’in, kısacası, Doğa Ana’nın) yüzünü ya da Venüs gezegenini görmekteyiz. Nil’in anahtarının döndürülmüş formu içinde Dünya’nın resmi, günümüzde içinde bir zorunluluk barındırmayan büyük bir mistik anlama sahiptir.
Bu konuda Kilise ne diyor? Bu “bağdaşmayan uyumu” nasıl açıklıyor? Kilise şeytanın varlığına inanıyor ve kesinlikle onunla yollarını ayırmak da istemeyecektir. Biraz olsun yüzü kızarmayan Koruyucu EcclesiaMilitans(*6) “Şeytan inancın temel ayaklarından biridir” itirafında bulunuyor.
Tüm Batı gnostisizmi bize eon(*7)ve pleromasının(*8) geriye gidişinden bahsediyor ve hepsi, bilme arzusu ile bu geri gidişi ilişkilendiriyor. O dünyaya ait ordudan bir gönüllü ise her zaman olduğu gibi gnostiklere iftira atarak ve bilme arzusunu satanistlerle(*9) özdeşleştirerek yazıyor. Schlegel’in “Tarih Felsefesi” metni (gezegenlerin) Poimandres’in(*10) yazdığı yedi yöneticiyi göstermek için alıntılar yapıyor. Tanrı tarafından gönderilen bu yöneticiler ortaya çıkan dünyayı yedi parçaya ayırdı, ama sonra kendi güzelliklerine âşık oldular. Bu kendi güzelliğine âşık olma durumu(*11) kendi yolunu yarattı ve kaçınılmaz olarak onları düşüşe sürükledi.
Böylece melekler günah işledi. İlahi şaheserden yaratılmış olan bu en güzel varlıklar “yaratıcılarına karşı isyan etti.” Teolojik hayal gücüne göre Venüs-Lucifer ya da daha doğrusu onu yeniden hayata getiren bu gezegenin Ruh ve Tanrı’sı şaheserdir. Bu öğreti şu akıl yürütmeye dayanmaktadır: Kilise babalarının ifadesine göre, "Vahiy"de anlatılan yıldız felaketinin üç ana karakteri “Verbum, Lucifer, onu kaçıran ve yenen Büyük Melek”dir. Onlara ait "saraylar" (astrologlar bunları "ev" olarak adlandırıyor); Güneş, Venüs-Lucifer ve Merkür’dedir. Bu oldukça açıktır çünkü gök cisimlerinin güneş sistemindeki konumu "kahramanların" "Vahiy" kitabının XII. bölümündeki hiyerarşik yerlerine karşılık gelmektedir. "İsimleri ve kaderleri” ise Teolojik (ezoterik) sistemde "bu üç büyük metafizik isim" ile yakından bağlantılıdır (De Mirville, Memoireaddressedtothe Academy, böl. IV. , s. 159-160.).
Teolojik bir efsanenin sonucu olarak Venüs-Lucifer, mağlup olan Büyük Melek-Satana yolundan dönmeden önce onun mülkü ve alanı haline dönüştürüldü. Ayrıca Roma-Katolik Kilisesi’nin(*12) başka isimlere bağlı okuma yaptığı yedi gezegensel ruhun içinde olan Venüs-Lucifer gezegenine ve "Sabah Yıldızı" metaforunun İsa ve bakire annesi için de geçerli olduğu gerçeğine uygun bir açıklama getirmesi ihtiyacı Latin dogmalarını ve dini inançlarını savunan insanları aşağıdaki dini açıklamayı ortaya atmaya sürükledi:
Lucifer, Güneş’in (İsa’nın) kıskanç komşusu büyük bir kibirle şöyle dedi kendi kendine: “Tıpkı onun gibi çok yükseklere çıkacağım.” Ama Merkür (Mikail) onun bunu yapmasına izin vermedi. Zaten Güneş’in göz kamaştıran ışınları onun parıltısını gölgede bırakıyor, hatta ışığı Lucifer’in ışığından daha da genişti. Merkür artık Güneş’e yaklaşırken ona güvenen ve onun şanının tek muhafızı olmuştur. (De Mirville, DesEsprits, etc., böl. IV., s. 160.)
Eğer bu teolojik Hristiyanlık öğretileri doğruysa yakında onun “ayıplarının” muhafızları hakkında da konuşmalar gerçekleşebilir.
Ancak burada Cizvitlerin çatal toynağı ortaya çıkmakta. Roma Kilisesi’nin Şeytan’a ibadet eden hırslı koruyucu ve aynı zamanda yedi gezegen ruhuna ait kültün savunucusu eski pagan gelenekleriyle Hristiyan gelenekleri arasında var olan Merkür ve Venüs hakkındaki hikâye ile Mikail hakkındaki tarihi gerçekler arasındaki benzerlikler onları şaşırtıyormuş gibi yapıyorlar. Bu benzerlikler hakkında aşağıdakileri söylemektedirler:
“… Merkür gibi Mikail’de Güneş’in arkadaşı, Ferouer’dır. Hatta onun Mitrası diyebiliriz ya da Mikail sahiplerinin bedenlerinden ayrılan ruhlara yol gösteren dahi bir psikopompostur ve Mitra gibi ünlü bir şeytan savunucudur.” (De Mirville, DesEsprits, etc., böl. IV, s. 160.)
Yukarıda alıntılanan çıkarımın bir teyidi olarak, Zerdüşt Mitra'nın "Venüs gezegeninin büyük düşmanı"(*13) olarak adlandırıldığı, yakın zamanda keşfedilen (Hvolson tarafından) Nebatilerin(*14) kitabına atıfta bulunulmaktadır. (De Mirville, DesEsprits, etc., böl. IV, s. 160.) Bu noktada şöyle bir tespit vardır: Semavi varlıkların kesin olarak özdeşleştiği açık tanımlar vardır ki, bu varlıklar farklı pagan kaynaklardan da benimsenmişlerdir. Biraz yüz kızartıcı olsa da oldukça merak uyandırıcı bir konu. Eski Mazdeizm alegorisinde olduğu gibi Mitra, Venüs gezegenini fetheder, bu nedenle Hristiyan geleneğinde de Mikail, Lucifer'i yener ve her iki kazanan da mağlup tanrının gezegenini bir savaş ganimeti olarak alır.
Mitra, eski zamanlarda Güneş ve Ay arasında bulunan Merkür yıldızına sahipti, ancak daha sonra kazandığı Venüs gezegenini aldı ve bu zaferinden sonra bu gezegen ile anılmaya başlandı. (Paganisme et Judaisme, böl. II, s. 109.)
Hristiyan geleneğiyle ilgili Marquisde Mirville de şöyle bir ekleme yapıyor:
“… Aziz Mikail’e cennette taht ve yendiği düşmanın sarayı verildi. Dahası, paganizmin altın zamanlarında dünyadaki tüm pelerinlerin kendisine adandığı [şeytan] Merkür gibi, dinimizde Baş Melek aynı pelerinlerin koruyucu azizidir. (De Mirville, DesEsprits, etc., böl. IV, s. 160, 162.)
Bu da (eğer herhangi bir anlamı varsa) şu demektir; yasal mirasçısı Baş Melek Mikail olduğuna göre, Satana ile hiçbir ilgisi olmayan Lucifer-Venüs, şu anda (en azından) kutsal bir gezegendir.
Yukarıda belirtilen sözün ardından, oldukça soğukkanlı bir sonuç geliyor:
Açıktır ki paganizm, (çok daha önce) Tanrı’nın prensinin (Mikail’in) başlıca özelliklerini ve karakteristiğini Merkür, Mısırlı Hermanubis ve Gnostik Hermes-Mesih'e uygulayarak oldukça ustaca kullandı. Her biri, ilk ilahi danışmanlık görevlerini yerine getirdi ve Güneş’e en yakın tanrı, quis ut Deus olarak kabul edildi. (De Mirville, DesEsprits, etc., böl. IV, s. 160.)
Zamanla tüm bu unvanları ve nitelikleri ödünç alan kişinin Baş Melek Mikail olduğunu açıklığa kavuşturalım. İyi yürekli kilise babaları ve Hristiyanlık kilisesindeki usta masonlar, yeni dogmaları için pagan inançlarını nasıl kullanacaklarını iyi biliyordu.
Öncesinde "Güneş’in muhafızı", “krallığın koruyucusu” ve “tüm varlıkların en güçlüsü” gibi sıfatların verildiği Sotis adıyla Merkür’ü (Sirius'un güneş sistemimizdeki ikilisi) tespit etmek için Rosellini'nin (Egypte, cilt I, s. 283) işaret ettiği bazı Mısır hiyerogliflerini incelemek yeterlidir. Şimdilerde, paganizmin şeytanlarından miras alınan tüm bu etiket ve sıfatlar Baş Melek Mikail ile ilişkilendiriliyor.
Ayrıca Roma'ya gidenler, Mitras heykelinin Vatikan'daki en ünlü Hristiyan sembollerinden biri olarak varlığını sürdürdüğünü doğrulayabilirler. Mistikler için bu, gurur verici özel bir durum. Şöyle görüyorlar:
Evrenin hükümdarı (Mikail) ve cesur Serafin'in doğasında bulunan aslan başı ve kartal kanatlarında; Caduceus asasında, bir mızrakta, etrafına sarılan iki yılan içinde, ayrıca, Aziz Petro gibi Mitra’nın tuttuğu bu iki anahtarda iyi ve kötünün mücadelesi başladı. Anahtarlar Koruyucu Serafin’in açıp kapadığı semavi kapıların anahtarıdır, astracludid ve recludid. (De Mirville, DesEsprits, etc., böl. IV, s. 162.)
Yukarıdakilere göre bir çıkarım yaparsak, Lucifer hakkındaki teolojik romanın pagan dünyasının çeşitli mitlerine ve alegorilerine dayandığını ve bunun vahiy yoluyla aktarılan bir dogma değil, batıl inancı desteklemek için tasarlanmış tamamen insani bir uydurma olduğunu iddia edebiliriz.
Merkür, Güneş'e en yakın olanlardan ya da Mısır sinosefalilerinden (kelimenin tam anlamıyla - Güneş'in bekçi köpeklerinden) biri olmuştur. Diğeri ise “quimaneoriebaris”, Yunanca “ορθρινος” demek olan gezegenlerin en parlağı ve erken yüzünü gösteren Eosphorus’tur. Mısırlı ışık taşıyıcısı Amun-Ra ile özdeştir ve tüm insanlar tarafından “ışığın yarattığı ikinci varlık” -ilki Merkür’dür-, onun (Güneş'in) bilgelik yolunun başlangıcı olarak adlandırılır (Baş Melek Mikail de principumviarumDomini olarak tanımlanır).
Doğu bilgeliğinin sınırları dışında kalan hiç kimsenin çözemediği, gizli bir anlama dayanan, tamamen astronomik bir kişileştirmenin, Hristiyan vahyinin ayrılmaz bir parçası olan dini bir dogmaya dönüşmesi net bir şekilde ortadadır. Ancak karakterlerin beceriksizce yer değiştirmesi bir yandan baba, oğul ve kutsal ruha -İsa, Tanrı ve Mikal’e (bazen onları tamamlayan En Saf Bakire ile)- diğer yandan Mitra, Satana ve Apollo-Abaddon’u olabileceğini konusunda insanları ikna edemiyor (tüm bunlar yalnızca Roma-Katolik yorumcularının heves ve kendi girişimlerdir). Merkür ve Venüs (Lucifer) (astronomik terimlere göre Güneş'e olan yörüngeleri ve konumları sayesinde) Baba-Tanrı'nın, Oğul'un ve Hıristiyan geleneğinde ejderhayı yenen yardımcıları Mikail’in sembolleriyse Lucifer, Mitra, Satana ve Apollo-Abaddon’u nasıl adlandıracağız? Şeytan mı, iblis mi? Ve eğer bize ya galip olan Merkür-Güneş'in ya da "Vahiy"deki Aziz Mikail’in yenilgiye uğrayan meleğin mülkiyetini yani gezegenini kahramanlığı için ödül olarak aldığı söyleniyorsa, o zaman rezalet ve namussuzluk hala neden böyle saf parıldayan bir varlığı takip etmek zorunda?
Lucifer artık "Tanrı’nın sureti”(*15) olan bir melektir, çünkü "Tanrı’nın sureti onun yüzünde belirmiştir". Ama bize göre her şeyden önce bunun en temel nedeni, Merkür'ün yüzeyine yansıyan güneş ışınlarının akışının bizim gezegenimize ulaşandan yedi kat daha yoğun ve Lucifer-Venüs'ün yüzeyini aydınlatan ışık akısının iki kat daha güçlü olmasıdır.
Böylece, Hıristiyan sembolü astronomik kökenini tekrar ortaya koymaktadır. Bununla birlikte astronomik, mistik veya sembolik bir bakış açısıyla Lucifer, diğer her bir gezegen kadar kusursuzdur, onun şeytani doğasının ve Satana ile özdeşliğinin kanıtı olarak ortaya konan Venüs hilalinin kırık bir boynuza benzeyen ana hatları tam bir saçmalıktır. Bu olayı, "Vahiy”deki "mistik bir ejderhayla” ve “birinin kırık olduğu”(*16) boynuzlarıyla ilişkilendirerek iki Fransız şeytan bilimci ve savaşçı kilisenin savunucusu Marquis de Mirville ve Chevalier de Musso ortaya koyduğunda modern okuyucusunun (bu yüzyılın ikinci yarısının okurunun) buna inanacağını umut etmeleri, toplumsal hakaret ile eşdeğerdir.
Ayrıca, Hıristiyanlık döneminin 4. yüzyılına kadar şeytanın boynuzu da yoktu. Bu, Tanrı Pan ile pagan faunları ve satirleri Hristiyanlığın şeytani geleneğiyle ilişkilendirme arzusunun neden olduğu tamamen patristik bir uydurmaydı. Paganizmin iblisleri, hayranlarının kafasında Baş Melek Mikail gibi boynuzsuz ve kuyruksuzdu. Pagan sembolizminde "boynuzlar", ilahi gücün ve yaratıcılığın bir işareti olduğu kadar doğadaki doğurganlığın da bir simgesiydi. Bu nedenle eski dönemlere ait resimlerde Amon, Bacchusve Musa'nın koç boynuzları; İsis ve Diana'nın inek boynuzları ve dahası İsrail oğullarından peygamber olanların boynuzları vardır. Avvakum, bu sembolizmin paganlara olduğu kadar "seçilmiş halklara" da yakın olduğunu ifade etmektedir. “(İhtişamın) parıltısı güneş ışığı gibidir” ve “elinin ışığından (boynuzundan) gelir, işte onun gücünün kaynağı buradadır” diye ekleyerek bölüm III, 3-4'te, bu peygamber “Kutsal Olan - Paran Dağı”ndan ve “Teman'dan gelen Tanrı”dan söz eder.
Son olarak, "İşaya Peygamber’in Kitabı"nın metnini orijinal İbraniceden okuduktan sonra 14. bölümdeki 12. vahisinde Lucifer'den hiç bahsetmediğinden sadece "parlak yıldız"(*17)dan (חילל) bahsettiğinden emin olabilirsiniz. Bu yüzyılın sonlarında yaşamış eğitimli insanların bile gezegenlerin en parlaklarını (ve benzer nedenlerle doğadaki diğer birçok nesneyi ve olguyu) şeytanla(*18) ilişkilendirecek kadar cahil olmalarına şaşırmamak imkânsızdır.
Helena Petrovna Blavatsky
_____________________
(*1)Raynauld “Terre et Ciel” adlı çalışmasında Venüs’ün ikinci Dünya olduğunu iddia etmektedir. – Eğer bu gezegen arasında iletişim olsaydı bu gezegenlerin sakinleri bir gezegenin iki farklı yarımküresi olduklarını kabul ederdi… Gökyüzünde iki kız kardeş gibi görünüyorlar. Yapılarındaki benzerlikler ve bu iki gezegen de evren içinde birbirini hatırlatıyor. (De Mirville, DesEsprits, etc., böl. IV, s. 160.)
(*2)Azazel, “Zafer Tanrısı” – İsrail’in günah keçisi
(*3)Skolast (Yunanca), Skolastik felsefenin savunucusu, ön koşullu teolojik dogmaların realist metot ve biçimsel olarak mantıklı olan problemlere ilgiyle birleştirilmesiyle karakterize edilen bir dini düşünce tarzını benimseyen kişi. Skoliast (Yunanca), metinlere açıklamalar, dipnotlar gibi notlar ekleyen derleyiciler.
(*4)Evgemerizm, ünlü veya iktidar sahibi kişilerin ölümlerinden sonra veya ömür boyu tanrılaştırılmasıyla dinin kökenini açıklayan rasyonalist bir doktrin (M.Ö. IV. yüzyıl Yunan filozoflarından Euhemeros’un adıyla anılmaktadır).
(*5)“uçuşuyor rüzgârlar… denizin dalgaları” - “Evrenin Yapısı” adlı eserinden bir alıntı (s.6-9)
(*6) Bu sözler “Moeurs et pratiquesdesdemons (Şeytanın Kalpleri ve Yaptıkları)” adlı çalışmasındandır. Kardinal de Ventura da bu fikirleri paylaşmaktadır. Onun sözlerine göre Şeytan kilise yaşamıyla bağı olan herkes için en önemli kişiliklerden biridir. O olmadan… İnsanın günaha bulaşması mümkün olmazdı. Kefaretini ödeyen insan, Kurtarıcı ve İsa gibi figürler sadece tuhaf figüranlar olurlardı. Haç ise anlamlı şeylerle dalga geçilme aleti olurdu. Eğer durum böyleyse zavallı şeytana müteşekkir olmalıyız.
(*7)Eon (Yunanca); dünyanın gelişim sürecinde geçen büyük zaman dilimi, yüzyıl, dönem
(*8)Pleroma (Yunanca); bütünlük; var olan dünyanın dönemlere ayrılması
(*9)De Mirville’nin haykırışı “şeytan yok İsa da yok.”
(*10)Poimandres (ya da Pemandr, Yunancası); “tanrısal bir düşünce”, HermesTrismegistus’a ait olan hermetik bir mesele.
(*11)Narcissus, Yunan mitolojisinde bir kahramandır. Kendi güzelliğinin kurbanı olur ve kendine olan aşkı yüzünden yemeden içmeden kesilir. Günden güne eriyerek ölür.
(*12) Roma’daki Ünlü Yedi Melek Tapınağı 1561 yılında Michelangelo tarafından inşa edildi ve uzun süredir varlığını “Azize Maria Angelskaya Kilisesi” adıyla sürdürüyor. 1563 yılında basılan eski Roma dua kitaplarında (bu yayınların bir iki örneği hala Palazzo Barberini Sarayı’nda bulunmaktadır) yedi meleğin dini görevleri betimlenmektedir ve bu meleklerin mistik ve eski adları kullanılmıştır. Yedi gezegenin pagan babaları olarak verilen melekler, Papa V. Pius’un yedi yıldız ruhunu anmayı saygıyla karşılayan ve buna izin veren İspanyol din adamlarına gönderdiği mektubunda şu sözleriyle tasdik ediliyor: “Gezegenler ailesi olarak kişileştirilmiş dünyanın bu yedi hâkiminin yüceltilmesinde dozu kaçırmak imkânsızdır. Hristiyan cumhuriyetimizde eski ihtişamına kavuşan bu yedi yıldıza ve yedi ışığa ibadetin yapılmasını görmek çağımız için iç açıcı bir durumdur.” (De Mirville, DesEsprits, etc., 2nd Memoireaddressedtothe Academy; ch. «LesSeptEsprits et l’histoire de leurculte», böl. II, s. 357-358.)
(*13)Herodot; Mitras ve Venüs'ün özdeşliğine tanıklık eder:“The Book of the Nabatean Agriculture” adlı kitabındaki ifade açıkça yanlış yorumlanmıştır. (Bu, Leiden Üniversitesi kütüphanesinde saklanan üç Arapça el yazmasını Almancaya çeviren bir Rus oryantalist-semitolog olan Dr. D. A. Hvolson (1819-1911) tarafından yapılan bir araştırmalardır. “The Book of the Nabatean Agriculture”, “The Book of Poisons”, “The Book of the Babylonian Tenkeluscha” ve dördüncü eseri “The Book of the Mysteries of the Sun and Moon” olarak adlandırılmaktadır. “The Book of the Nabathean Agriculture” adlı çalışmanın muhtemelen yazarı Ku-tami’dir. Belki başka ortak yazarları da olabilir. Tarımı açıklama bahanesiyle kitap, birçok gizli inancı açıklamakla birlikte, doğanın çeşitli gizli sırlarına dair ipuçları veriyor. H.P. Blavatsky, “Gizli Doktrini”nin (Cilt II, s. 452-457) birkaç sayfasını Hvolson’un çalışmasının çeşitli yönlerine ve ayrıca “The Book of the Nabatean Agriculture” adlı çalışmanın doğasına ve içeriğine ayırmıştır. H.P. Blavatsky, “Keldani Kutami'nin öğretilerinin özünde beşinci ırk en eski halkların dinlerinin alegorik bir sunumu olduğunu” doğrudan ilan etmektedir.
(*14) Nebatiler, Josephus zamanında Fırat ırmağından Kızıldeniz'e kadar uzanan ve Suriye ile Arabistan arasındaki sınır bölgesindeki vahalardaki yerleşimleri kapsayan ve "Nebate" ismi verilen alanda yaşayan kadim semitik, Güney Ürdünlü, Kenanlı ve Kuzey Arabistanlı Araplardı.
(*15)"Hem İncil teolojilerinde hem de pagan teolojilerinde," diyor de Mirville, "Güneş’in kendi tanrısı, koruyucusu ve kutsal gaspçısı vardır; başka bir deyişle - Hürmüz’ünüz, gezegeniniz Merkür'ünüz (Mitra) ve Lucifer-Venüs’ünüz (veya Ehrimen) - eski sahibinden alınmış ve zafer kazanana verilmiş bir gezegendir." (De Mirville, DesEsprits, vs., cilt IV, s. 164.) Dolayısıyla, Lucifer-Venüs artık yeniden kutsal bir gezegendir.
(*16)“Vahiy” kitabında ejderhanın “kırık boynuzu” ile ilgili bir ifade geçmemektedir. Ama 13. Bölümde Yuhanna sadece “başından ölümcül bir yara almış başlarından birini gördüm” ifadesini kullanmıştır. Yuhanna ve onun nesli boynuzlu iblis hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
(*17)Kutsal kitabın Rusça versiyonunda “денница, сын зари” olarak geçmektedir.
(*18)Bu bölümün İbranice orijinali aşağıdaki gibidir: “AikNafalta Mi-ShamaimHillel Ben-ShaharNigdata La AretzHolesh Al-Goum.” Bu, şu anlama gelmektedir: “Gökten nasıl düştün, Hillel, Şafağın Oğlu, Dünya’ya, halkın ayakları altına nasıl atıldın?”Burada “חילל, Hillel” kelimesi “Lucifer” anlamına gelmektedir ki, onun da anlamı, “pırıl pırıl” ya da “ihtişamla parlayandır”. Ama aynı zamanda, İbranicenin kelime oyunu yapılabilecek bir dil olduğu da açıktır. “Hillel” fiili farklı değerlendirilebilir. Hillel fiili “uluma” olarak çevrilebilir ve buradan basit bir türetme yoluyla Hillel'in "uluyan" anlamına da geldiği söylenebilir. Bu durumda şeytanı ifade ettiği sonucuna varılabilir (Eğer böyle bir şeyi yapabiliyorsa, nasıl “uluduğunu” duyduğuyla birisi övünebilir mi?) “İbranice-İngilizce Sözlüğü”nde (makale לח) John Parkhurst şöyle ifade etmektedir: "Bu bölümün Süryanice çevirisinde şöyle yazılmıştır:אילל“ulumak”. Hatta Hieronymus sözü geçen konuda kelimenin tam anlamıyla “ulumak” anlamına geldiğini belirtmiştir. Michaelis şöyle diyor. “Bu nedenle ben şöyle çeviriyorum: ‘Ulu, Şafağın Oğlu’, yani sen ilk büyüklüğün yıldızısın.” Ama bu durumda, büyük Yahudi bilgesi ve reformcusu Hillel de “uluyan” olarak adlandırılabilir ve şeytanla ilişkilendirilebilir!
Comments